Selametle Yolcu...

Fani dünyada nerelerden geçmedik, nerelere uğramadık ki... Şimdi de bu sayfadan geçtiyse yolun, sana da selam dostum... Yolun açık, vardığın yer gün gibi aydın olsun..

19 Şubat 2008 Salı

Aşka Güvenmiyorum

“Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa, de ki: Allah bana yeter.” (Tevbe, 9:129)
“Biz insanları her zaman sınarız”. (Mü’minun, 23:30)

Büyülü aşklar peşine koşuyordum. Aşkın sihri içinde kaybolup gitmek, erimek, yok olmak istiyordum. ‘Bir insan’ı saatlerce düşünmenin, onu dünyamın içine alıp orada hep canlı tutmanın aşkıyla yanıp tutuşuyor, onun varlığını kendi varlığıma katmaya çabalıyordum. Bir kere yetmiyordu. Yaşam boyu zihnimde ve hayallerimde kim bilir kaç aşk yaşadım, kaç kişiyi sevmeyi hayal ettim, kaç kişi için sanal dünyalar kurdum, kurduklarımı yıktım, yıkıntıların altında kaldım. Kurgular sınırsızdı. Zihin alabildiğine kurgular kurguluyor, insanın kalbi sevgiye hiç doymuyor, hiç “Beni daha çok sevme ne olur!” demiyor, hep ‘daha çok’un peşinde oluyordu. Sevgi asla dur-durak bilmiyordu. Peşi sıra sürüklüyor, dünyanın ve dünyamın rengini belirliyordu.


Âşık olunmanın büyülü havası çok çekiciydi. Aşk, sevgi, yalnızlığa karşı en büyük kalkandı. Dipsiz bir kuyuya doğru salınırken tutunduğum bir daldı. Kendi başına olduğumu anladığım an, yaşam anlamını yitiriyor, duygular inciniyor, dünya üzerime çöküyor, yaşamak için bir neden kalmıyordu. Sancıları kesen ilaç gibi, acılara sürülen bir merhemdi aşk. Sebeb-i hayat olmadan yaşamak imkânsızdı. İşte o an aşk imdada yetişiyordu. Yaşamda birisi olsun isteniyordu. Yalnızca ve yalnızca ona “Düşlerimde sen varsın. Dünyamda tek olan sensin” diyebileceğimiz biri. O öyle biri olmalıydı ki, bir başkasının değil, yalnızca onu gördüğümüzde kalbimiz çarpsın, heyecanımız ortaya çıksın. Ona özel biri olduğunu hissettirmek isterdim. “Yalnız senden etkileniyorum. Sana hissettiğim duygular çok özel” diyebileceğim; ondan da “Sen benim için çok özelsin. Yalnızca sana karşı böyle duygular hissediyorum” sözünü duyacağım birini arayıp duruyordum. Yalnızca benim dünyama ait olacak biri. Bunu söylediğimde dünya değişiyordu. Yaşamak kolaylaşıyor, anlam kazanıyor, renkleniyordu. Biliyordunuz ki, şimdi o sizi düşünüyor. Onun zihninde siz varsınız. O size bağlı. Size değer veriyor. Yaşamı için bir anlam ifade ediyordunuz. İçinizde hissettiğiniz ‘hiçlik’ silinip gidiyordu. Varlığınız tanınıyor, biliniyor, değerli bulunuyordu. Artık vardınız.

Birisi bana aşık olduğunu söylediğinde aşık olan ve olunan kişiyi kıskanır, olan ve olunan olmak isterdim. Bana hayatı ele geçirmiş biri gibi gelirdi bu insanlar. Yokluğun önü kesilmiş, hiçliğin önemi kalmamış, tutunacak bir dal bulunmuştu. Ben ise boşluğun içinde yol alıp giden biri gibiydim.

Artık sevilenleri ve sevenleri kıskanmıyorum. Bu ne karşılıksız aşklarımdan, ne de terk edilip gitmelerden. Birinci elden dinlediğim yüzlerce aşk hikâyesinden. Eğer aşk kendi başına insana mutluluk ve huzur getirseydi, gezegen yüzeyinden acı, elem, keder silinir giderdi. Ben bunun tersini gördüm. Aşkı, âşık oldukları için acı çeken yüzlerce insanın kendisinden dinledim. Yüzlerce kişi aşk hikâyelerinin acıyla sonlandığını anlattı hep. Aşk ardından acı bırakıyordu. Bir yerde bir yanlışlık olmalıydı.

Artık aşka güvenmiyorum. Artık sevilen ve seven insanları kıskanmıyorum. Sevmek ve sevilmek, âşık olmak ve olunmak yoruyor. Hatta âşık olmak korkutuyor.

Âşık olmanın bir başkasını sevmek olduğunu sanırdım. Aşkla, sevmek ve sevilmekle, yaşamın ağırlığının yok olacağını sanırdım. Ama artık aşka güvenmiyorum. Sevmek ve sevilmenin, âşık olmak ve olunmanın kendisi hayat kadar ağır. Sevmek ve sevilmek, aşık olmak ve olunmak duygularımıza oturan yorucu bir yük.

Yıllardır sevme ve sevilme çabaları ile yoruldum. Kendi sorunumu kendimde hiç fark edemedim. Sevme ve sevilmede ne hata vardı ki? Sonra bu insanın elinde de değildi. Ben masum bir duygunun peşindeydim. Sevme ve sevilme yanlış bir duygu olamazdı. Ama niye yanında acı taşıyordu? Niye yoruyordu insanı? Niye her zaman istediğinizi elde edemiyordunuz? Masumca sevgiler neden karşılık bulmuyordu? Bulunan karşılıklar neden bir köpüğün ömründen daha kısaydı. Yıllarca kim bilir kaç kere yaşamıştım. Sevmek istediklerim beni sevmemiş, beni sevmek isteyenleri ben sevmemiştim. Ne onları çözebildim, ne de kendimi. Yine de sevgiye olan güvenim hep devam etti.

Sevgiye ve aşka karşı ilk düş kırıklığı bana aşk hikâyelerini, sevgilerini anlatan ve ayrılık yaşayan insanları dinledikten sonra oluştu. Sevgilerinin hikâyelerini dinledikçe, gördüm ki, aslında bu benim hikâyemdi. Anlatılan her sözcük, her cümle ve her vurguda sevgideki çıkmazlarımı gördüm. Sanki benim yerime konuşuyorlardı. Bu onların hikâyesi değildi. Bu ‘bizim’ hikâyemizdi. Bu onarlın çıkmazı değildi. Bu ‘bizim’ çıkmazımızdı.

Âşık olan birine, aşkını kaybeden bir insana sormadan edemediğim bir soru vardır. Sabırsızlıkla onun anlatacaklarını beklerim. Bir çırpıda biten sözcükleri ardından o can alıcı soruyu sorarım. “Bu insan tarafından sevilmek sana ne ifade ediyor?” Verilen cevaplar bani hep şaşırtıyordu. Bir insanın ağzından nasıl bu cümleler çıkabiliyordu? Bir insan nasıl oluyor da böylesine değersiz bir konuma geliyordu? Bir insan nasıl oluyor da karşıdakini böylesine yüceltebiliyordu? Ve ben nasıl olmuştu da bunların benzerini yaşamıştım.

Cevaplar şöyle başlıyordu: “O benim her şeyim”di. “Onsuz yapamayacağım. O yaşamımdaki tek destekti. Yaşamım onunla anlam kazanıyordu. Onu kaybettikten sonra her şeyimi kaybettim. Dünyada sahip olduğum hiçbir şey kalmadı. Kendimi tek başıma hissediyorum. Issız bir evrende yaşıyorum. Yaşıyorum da denemez aslında. Çünkü yaşamımın anlamı elimden alındı.”

Cümleler ürkütücüydü. Bu cevapları her duyuşumda her şeyim, onsuzluk, anlam kelimeleri zihnimde uçuşur durur. “Her şeyimdi.” Şaşırtıcı bir ifade. Bir varlığa yüklenilen bu anlam, bu varlığın kaldıramayacağı kadar ağır bir yüktü. “Onsuz yapamam.” Bir yalanı ifade etmiyor muydu bu cümle? Onunla mı dünyaya gelmiştik?. Varlığımızı yokluğun karanlığından varlık âlemine taşıyan o muydu? “Hayatımın anlamı kalmadı.” ise anlamsız bir cümleydi. Var oluşumuza katkısı olmayan bir insan, nasıl hayatın anlamı olabilirdi?

Bunlar hayatım boyu yaptığım sevgi yanlışlarıydı. Bu tanımlamalar insan üstü tanımlamalardı. Hiçbirimiz bu yükü kaldıramazdık. Ne hiçbir şey her şeyimiz olabilirdi, ne de bir şeyin her şeyi olabilirdik.

Verilen cevaplar benim cevaplarımdı. Yıllardır kendi cevabımın da bu olduğunu fark etmeden yaşamıştım. Yıllardır yalanlarla yaşamışım. Sevdiğimi söylerken sevdiğimi ve sevgimi kullanmıştım. Beni sevdiğini söyleyenler, beni ve sevgilerini kullanmışlardı aslında. Birbirimize neler söylememiş, neler yazmamıştık ki… İnanmadığımız şeyleri ekleyerek. Hissetmediğimiz şeyleri ekleyerek. Bir hissediyorsak on yazıyorduk. Onu etkilemeye çalışıyorduk. Ve onun tarafından böylelikle etkilenmek istiyorduk. Onu kendimize bağlamaya uğraşıyorduk. Onun bize tapınmasını bekliyorduk—biz olmadan yapamasın diyerek. Sevgiyi kullanmıyordum. Hayran bırakılmak için, “Sana hayranım” diyordum. Yalan! Aslında, “Bana hayran ol ne olur” demeye geliyordu sözlerim.

Bunlar masum olmayan sevmelerdi. Çünkü sevginin etrafını yalanlar örüyordu. Sevdiğimizi söylediğimiz kişiyi yüceltiyorduk. Çünkü ihtimaldir ki, o da bizi yüceltecek. Böylelikle yüce biri tarafından sevilme ihtiyacımızı doyurmaya çalışıyorduk.

Bir hayatın anlamı olmak; birisinin bizim için “Sen hayatımdaki en anlamlı şeysin. Sen beni hayata bağlayansın. Sen olmasan yaşamamın anlamı kalmayacak. Sen benim her şeyimsin” demesi narsizmimizi okşuyordu. Benliğimiz bundan çok hoşnut kalıyor, sanki tapınılmak hoşumuza gidiyordu. Bir ikonun önünde diz çökelmesi gibi, önümüzde diz çökelmesi hoşumuza gidiyordu.

İşte burada yalan söylüyorduk. Seviyoruz derken sevgiyi kullanıyorduk. Hayır, tapınılmak istemek gibi bir şeydi bu. Dünyaya gelmesinde hiçbir katkımız olmayan, hiçbir şekilde varlığını sürdürmede etkili olmadığımız bir varlığın nasıl var oluş gerekçesi olabilirdik ki?

Tüm çabalarım, tüm çabalarımız “Bana değerli olduğumu hissettir” mesajı taşıyordu. “Ona değer verdim, çünkü bu, o insandan değer bulma arayışımdı.” Bir hastamın yaptığı bu itirafı hayatımda hiç yapamadım. Ben habire “Seni seviyorum” yalanını söylüyordum. Ya da “Sana değer veriyorum” yalanı ile avunuyor ve avutuyordum.

Bir hastam vardı. Babası ölünce bana gelmişti. Onu çok sevdiğini anlatıyordu. Onun hayatındaki değerinden söz ediyor, acısını dile getiriyordu. Konuşmasının bir yerinde ona çok kızdığını söyledi. “Tam ona ihtiyacım olduğu bir dönemde bizi bırakıp gitti” dedi. Ona olan acıma hissim gitmişti. Sevgideki yalancılık bir başka şekilde kendini gösteriyordu. “Bizi bırakıp gitti”de bir menfaatçilik vardı. Sanki ölmek onun eline imiş, zamanını o belirleyebilirmiş gibi. Ölen baba umurunda bile değildi. Baba öldüğü için belki de mutluydu, huzurluydu. Dünyanın zorluklarından kurtulmuş, ruhu bedenin ağırlığından sıyrılmıştı. Nefsin özelliği olsa gerekti. Önce kendini düşünüyordu. İrkilmiştim. Sevilmeye olan inancım bir kere daha darbe almıştı. Burada kalmadım. Bunu kendime uyarlamalıydım.

Hayatta en çok ilişki halinde olduğum, en çok zamanımı beraber geçirdiğim hastalarımı düşündüm. Onlar tarafından sevildiğimi, saygı gördüğümü, onlar için bir şey ifade ettiğimi biliyordum. Onlara elimden geleni yapıyor, mesleği en iyi şekilde icra etmek için uğraşıp duruyordum. Bu uğraşılarımın farkına onlar da varıyor ve bunu takdir ediyorlardı. Bir gün bir sınama yapmaya karar verdim. Ama bu sınamadan onların haberi olmayacaktı. Kendimi bir an için ölmüş olarak hayal ettim. Bir tabutun içindeydim. Oradan alınıp mezara götürülüyorum. Yalnızım. Yanımda kimse yok. Üzerime toprak örtülüyor. Sorgu melekleri geliyor. Sorularını soruyorlar. Yardım alacağım, danışacağım hiç kimsem yok. Nasıl doğmuşsam, öylesine yalnızım. Beni seven insanlar cenazeme gelmiş. Hastalarım üzgün ve mutsuz. Çoğunun zihnindeki düşünce “Bizi bırakıp gittin doktor. Biz şimdi ne yapacağız?” Beni düşünen yoktu. Kabirde ne yaptığımı, sorgu meleklerine ne cevap verdiğimi merak eden de olmayacaktı. Bunu merak edecekler on-on beş kişiyi aşmayacaktı. Gerisi kendini düşünecek ve yalnız bırakıldıklarına hayıflanacaklardı.

Yıkıldım. Sevgi üzerime çöktü. Sevgi ile kurguladıklarımın yıkıntıları üzerime çöktü. Sevilen ben değildim. İnsanlar önce kendi nefislerini seviyorlardı. Kendileri için seviyorlardı. Kendi menfaatleri için. Artık sınanmamış sevgilere güvenmiyordum.

Birisini sevdiğimi anladığımda onu sevmediğimi anlamam ilk düş kırıklığımdı. Birisi tarafından sevildiğimde sevilenin ben olmadığını anlamam ikinci düş kırıklığı olmuştu. Sevdiğim şeyleri severken, ondaki özellikleri seviyordum. Güzelliği seviyordum, ondaki meziyetleri, yetenekleri, kemali, iyiliği, ihsanı, cömertliği seviyordum. Birisi beni sevdiğini söylerken bendeki özellikleri seviyordu aslında. Hiçbir şey varlıktaki özellikler onun kendisine ait değildi. Güzel bir yüzdeki güzellik yokluktan yaratılmıştı. Güzel bir yüzü severken, onun karşısında hayran olurken hayran olunan o güzelliği yaratan değil miydi aslında? Bir insandaki yeteneği överken, hayran ölürken, hayran olunan onu Yaratan değil miydi? Yaratıcı adına sevilmeyen her güzellik, her yetenek boşa gitmiş, tükenmiş, övünüp bitmişti.

Bütün sevgiler, Yaratıcının yaratıklarda yansıyan güzel özelliklerine idi aslında. Sevgi de Yaratıcının verdiği bir ihsandı. O’na aitti. Kendisinin bilinmesi, tanınması, sevilmesi için vermişti. Bu açıdan hayatta her an sınanıyorduk. Her ilgi, her sevgi, verilen her şey, alınan her şey bir sınanmaydı. Sabahın şafağı bir sınanma. Gecenin karanlığı bir sınanma. Kucağımıza konan her çocuk bir sınanma. Her musibet, her dert, her tasa bir sınanma. Bize duyulan her sevgi, her ilgi, her şefkat bir sınanmaydı. Sevmeye vesile her ne var ise, O’nun yaratmasıydı. Ama bunu nefsimiz kendine mal etmek istiyordu.

İnsanlar sevgiyi O’nun elinden alıp kendilerine mal etmek isterler. Onu haince tüketmek, kullanmak, kendi duygusal çıkarları için sömürmek isterler. Bunu başkaları için kullandıkları “Seni seviyorum” tuzağı altında yaparlar. Yaratıcının onlara O’nu tanıyıp sevmemiz için verdiği sevgiyi sahiplenirler ve kendileri için kullanırlar. Kendilerini değerli hissetmek için. “Özel biriyim” duygusunu tatmak için. Kibirlenip şişinmek; benlik duygusunu şişirmek için.

İnsanlar “Seni seviyorum” derken sonuz bir ömrü istiyorlar bizden. Sonsuz bir ömrü elimizden almak istiyorlar. Hayatımızı kendileri için feda etmemizi bekliyorlar. Veya bizler başkalarına “Seni seviyorum” derken, başkalarının sonsuz ömürlerini istiyor; hayatlarını bizim için feda etmelerini istiyoruz.

Aslında bizden istenilen, bizim sonsuz hayatımız. Sevgiler bir insana harcanamayacak kadar sonsuz ve büyük. Sonsuz ve sınırsız. Bizi Yaratıcı dışında kim sonsuz sevebilir? Biz Yaratıcı dışında kimi sonsuz sevebiliriz? Yaratıcı adına sevme dışında gerçek bir sevgiden bahsetmek mümkün mü? Kim Yaratıcı dışında ‘her şey’imiz olabilir, her istediğimizi verebilir? Kim O’nun dışında bize sonsuz merhamet edebilir? Kim O’nun dışında bizi tanıyabilir ve anlayabilir, değer verebilir? Kim O’ndan başka bizim için neyin en iyi olduğunu en iyi bilebilir? Kim O’ndan başka bizim için en iyi olanı bildiği gibi, bunu irade edip yapmak ister?

Sevmeler, ancak O’na yönelirse masumdur!!!!!!!!!!

Mustafa Ulusoy(Nietzsche ve Babaannem)

Hiç yorum yok: