
Bir gece, en nadir kürklere ve ipeklere boğulmuş, yatağında uyurken, sarayın damında bir takırtı duydu. Kulak verdi. Çatıda sert bir ayak sesi...
Haykırdı:
-Kimdir o? Kim var damda?
Ses geldi:
-Yabancı değil... Bir katar deve kaybettim, damda onları arıyorum!
Sultan daha keskin, daha kızgın bağırdı:
-Ey insan, kaybolan develeri sarayın damında mı arıyorsun?
Yine ses geldi; heybetli, derin ve tane tane:
-Ey gafil, sen de Allah'ı, ipek ve atlas kaftanlar içinde, inci ve altın tahtlar üzerinde mi arıyorsun?
İbrahim Ethem yatağından sıçradı, adamlarını çağırdı, her tarafı arattı; kimsecikler yok... Sabaha kadar uykusuz, yatağında çırpındı durdu. Sabahleyin divan kurulur kurulmaz, birdenbire içeriye heybetli bir adam girdi. Kimse bu adama, kim olduğunu, ne istediğini soramadı. Sultan, düşünceler içinde kendinden geçmiş, sordu:
-Ne istiyorsun, dileğin ne?
-Yolcuyum, buraya konmaya geldim.
-Burası benim sarayım, han değil...
-Senden evvel burada kim vardı?
-Babam...
-Ya ondan evvel, ondan da evvel?
-Atalarım...
-Birinin göçüp öbürünün konduğu yer han değil de nedir?
Ve heybetli adam, hızla geriye dönüp divan odasından çıktı, gözden kayboldu. İbrahim Ethem, şaşkın bakışlar arasında yerinden fırladı; sofalardan, divanhanelerden uçarak geçti, mermer basamaklardan koşarak indi, somâki havuzların kenarından dolaştı, yemyeşil tarhları çiğnedi, yakut renkli çakıl taşlarının üstünden sekti, heybetli adamın izinden şimşek gibi aktı.
Nihayet adamı şehrin dışında, kırlarda tutabildi:
-Allah aşkına söyleyin, kimsiniz? İçime ateş düşürdünüz! Kimsiniz siz?..
-Ben Hızır'ım!
Genç sultan, yangınlar içinde:
-Bana birkaç saat izin verin, dedi; evime kadar gidip geleyim... Beni buracıkta bekleyin!
-Hayır, ecel muhtaç olduğun mühletten daha yakın.. Unutmak zamanı değil, uyanmak zamanı!!
Ve İbrahim Ethem, genç çağında uyandı...
(Veliler Ordusundan 333)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder