
İnsan, bir bakışta, bir duyuşta öyle hayâllere dalar ki; o ilk adım, pratiğin zeminini de hazırlar. Şeytanın hayâle attığı her sahnecik, her bir karecik, hayâl kamerasında bir film halini alır; günah zakkumlarına sebebiyet verir.
Hele bir de insan, nefsin kölesi haline geldi mi, zihne yer eden sahnelerin fiilî duruma dönüşmesi sıradan bir şey halini alır. Bütün günahlar önce hayalde belirir ve daha sonra niyete, karara, pratiğe taşınır. Öyleyse, hayali bulandıracak her düşünceyi bir yılan, zihinde günah sahneleri hasıl edecek her suret ve fikri de bir akrep bilip, bu sinsi düşmanların ağına düşmemeye, düşmüşse kurtulmaya çalışmak samimi bir kulun hedefi olmalıdır.
İnsan, neyin atmosferinde, neyin tesirinde ve neyin manyetik sahası içindeyse, onun hayâlinde canlanacak resim ve suretler de, daha ziyade o türden olurlar. Sinemada veya televizyon karşısında, nefsin hoşuna giden ve onu şehvete çağıran müstehcen manzaları seyreden bir kimsenin; o anda ve o ruh haletiyle kaldığı süre zarfında insanların imanını düşünmesi, Rasulullah'ın yüce adını mahrum gönüllere duyurma yolları araması mümkün değildir.
Sabah-akşam gayr-i meşru sahneler gören, meşguliyetlerinin çokluğundan şikayet edip hayırlı işlere vakit bulamadığından yakındığı halde saatlerce internet sitelerinin kir fırtınasına razı olan, kafa ve kalbini onlarla yaralayan ve o yaraları gözyaşlarıyla pansuman etmeyi düşünmeyen bir insan, mü'min de olsa, imanın lezzetini duyamayacak, o lezzeti başkalarına da duyurma bahtiyarlığını yakalayamayacaktır. Ne acıdır ki, toplum böyle insanlarla doludur.
Allah'ın sevdiği genç
Dünya fanidir, geçicidir; ama burada yapılması gereken lüzumlu işler pek çoktur. Çünkü ahiret ve ebedî huzur yeri olan cennet dünyada kazanılacaktır. Bundan dolayıdır ki, aklı başında olan kimse fuzûlî şeylerle uğraşıp değersiz insan durumuna düşmez. Manasız ve lüzumsuz bilgileri, hayali bulandıran görüntüleri, kalbi hançerleyen sahneleri, daha açık bir ifade ile fuhşiyât ihtivâ eden gazete, dergi ve kitapları takip etmekle zihnini karıştırmaz.. Allah'ın bir nimeti olarak pek hayırlı faaliyetlerde kullanılabilecek İnternet'i ve televizyonu hayalinin, şuurunun, kalb ve kafasının katili haline getirmez. Nitekim Peygamber Efendimiz de, "Bir insanın faydasız ve ahiret hesabına kıymeti olmayan işleri terk etmesi onun Müslümanlığının güzelliğindendir." buyurmuşlardır.
Sahabe-i kiramdan birisi vefat etmişti. Bir sahabî, vefat eden o şahsın cennete gireceğine dair sözler söyleyince Peygamber Efendimiz "Ne biliyorsun, belki manasız şeyler konuşmuş, yahut kendisine eksiklik vermeyecek bir şeyde cimrilik yapmıştır." demiş ve "Bazen insan beis görmediği, zararsız zannettiği bir sözü söyler ve etrafındakilerin gülmesi için konuşur da, o lüzumsuz haliyle gökten daha yüksek bir yerden düşmüş gibi olur." buyurmuşlardı.
Bir kudsî hadis-i şerifte, "Nazar (bakış) şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim onu Benim korkumdan dolayı terk ederse, kalbine öyle bir iman neşvesi ve halâveti atarım ki, onun zevkini gönlünün derinliklerinde duyar." denmektedir.
Yine Efendimiz, Hz. Ali'ye, "Ya Ali, birinci bakış lehinedir, fakat ikincisi aleyhinedir." buyurmuşlardır. Yani, insanın kastî olmadan göze ilişen birinci bakışta günah yok ise de, ikinci ve diğer bakışlarda irâde devrede olduğu için, nefsin rolü vardır ve bu bakış, kişiyi alıp başaşağı götürebilecek bir zincirin ilk halkası olduğundan haramdır.
Öyleyse, Allah'ın sevgisine mazhar bir genç, bilgisayar ya da televizyon ekranından gazete sayfalarına kadar, gözünün ilişebileceği her türlü çirkin sahne ve görüntüye karşı tetikte olmalı, iradesiyle onlara bakmamalı, "bir kereden, bu kadarcıktan bir şey olmaz" şeklindeki şeytan hırıltılarına kanmamalıdır.
Tebliğ ve gözyaşı iksiri
Pekâlâ, çarşı-pazardaki, okul ve işyerindeki durumumuz ne olacak?.. Oralarda bize düşen, dışarının hakkını vermektir. Dışarının hakkı da, Allah'ı ve Rasulü'nü anlatma gayretidir. Sahabe-i kiram efendilerimiz, çok defa hak ve hakikati anlatmak için dışarıya, çarşı-pazara çıkarlardı. Böyle bir gaye ile çıkanlar, sokağın ve yolun hakkını vererek günahlara girmekten korunmuş olurlar. Efendimiz, ashabını yol kıyılarına ve sokaklara oturmaktan men ederdi. "Oturmamızda maslahat ve faydalar var ya Rasûlallah." dediklerinde de, "Öyleyse, yolun hakkını verin; yolun taş ve dikenlerini temizleyin, gelip geçenlerin selâmlarını alın, onlara selâm verin ve emr-i bi'l-ma'ruf, nehy-i ani'l münker'de bulunup Hakk'ı, hakikati anlatın." buyururlardı. İşte, bu halis niyet mevcut olduğu sürece dışarıdaki gayr-i irâdî seyyiât ve günahlar hasenâta dönüşebilir. Ayrıca, harama her göz kapama, insana bir vacip işlemiş gibi sevap kazandırır.
Bizim bütün gayretimize rağmen üzerimize yine de sağdan soldan irâdemiz haricinde gelip bulaşan, kalb ve ruhumuzu kaplayan çamur ve lekeler olabilir. Bu türlü durumlarda ise, hemen tevbenin ve ibadetlerin himayesi altına girip Cenâb-ı Hakk'a yönelmek, günahları yıkayıp temizleyecek olan gözyaşlarına sığınmak icap eder. Namazlar, Allah indinde günahları silip süpüren vesilelerdir. Hadîste, farz namazların namaz aralarında işlenen küçük günahlara kefâret olduğu ifâde edilir. Evet, Rabb'imize karşı yaptığımız kulluklar, edâ ettiğimiz namazlar, niyazlar, -inşaallah- elimizde olmadan ve irâdemizi aşarak gelip bize çarpan günahlara kefâret olacaktır.
Şeytan daha çok miskinlik, tembellik ve meşguliyetsizliğimizden istifâde eder; insanlığa hizmet adına dolup boşalmamızdan hoşlanmaz ve boş durduğumuz sürece de içimize uygun olmayan düşünceler, kuruntular atar; o sırada hayırlı işlerle meşgul olmayan hayâlimizi kendi namına meşgul eder ve çirkin şeyler düşündürüp günah işlemeye zorlar. Öyleyse biz de, daima meşguliyetle, aksiyonla, faaliyet, hizmet ve irşad yolunda terlemekle şeytanın parmak sokabileceği yerleri doldurmalıyız ki, o da bizde umduğunu bulamasın.
Aksi halde, hem başkalarını kurtarmamız ve hem de o suretle kendi kurtuluşumuz nasıl olacak ki?!.. Ölmeye yüz tutmuş gönüllerin başkalarına hayat üflemesi nasıl olacak ki?!..
BAHADIR BERK
3 yorum:
İnsan kendisine nasıl hakim olur diye düşünüyorum. Aklıma okuduğum yazılardan geliyor. nefsine kaim olmanın, şeytana aldanmamanın yollarından birisi bir dost edinmekten geçer. öyle bir dost ki seni günahlardan, haramlardan, kötülüklerden nehyeder. iyiliği de emreder. sen de bu dosta dostça davranmalısın. sana cebindeki akrebi gösterdiğinde "sana ne dememelisin"...
bu sözler aynen alıntı değil tabi. aklımda kaldığı şekli ile. yoksa daha güzel kurulmuş cümlelerdi okuduklarım.
"Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemişse, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemişse, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsimle musalâha etmemişim. Çünkü terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir. " BSN
Daha bugün okuduğum bir kitapta geçiyordu bu satırlar.. Aklıma geldi hemen... Güzel bir tevafuk oldu benim için.. Tabi bilemiyorum, kasdettiğiniz cümleler bunlar mıydı?
Hatırlattığınız nokta çok anlamlı, Allah öyle dostları ve hayırhahları hayatımızdan eksik etmesin...
Selamet ile...
Tam olarak bunlardı bahsettiklerim. Güzel tevafuk olmuş, çok güzel tevafuk.
Allah öyle dostları ve hayırhahları hayatımızdan eksik etmesin... Amin.
Yorum Gönder